Yılın ses getiren filmleri Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Neandria, Büyük Kuşatma, Faruk, Karganın Uykusu, Eclipse, Touda’yı Herkes Seviyor, Bina, Traugott film ekipleri film sonrası söyleşilerde seyircilerle bir araya geldi. Genç Sinema öğrencileri ise Elizabeth Sankey, Cenan Tüzel, Didem Akça, Reha Erdem, Florent Herry, Aslı Özge ve Emre Erkmen ile gerçekleşen atölyelerinin ardından projeleri için çalışmalarına devam etti.
MUBI Türkiye Direktörü Cem Altınsaray, sinema yazarı Okan Arpaç, sanatçı Can Aytekin ve festival danışmanı Fatih Özgüven Film Seçmek başlıklı konuşmada film seçme kriterleri üzerine konuşurken; Reha Erdem “Dünyalar Oluşturmak” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.
Neandria filminin gösterimi sonrası yönetmen Reha Erdem, filmin ekolojik olarak sürdürülebilir yapım sürecine dair, “Dar bütçeli filmlerde bunu sağlamak çok zor. Bazı gerekli şeyleri bulamadık ama 6 bin 500 şişeyi önlemişiz, hiç kâğıt kullanmadık, plastik bir şey kullanmadık. Beni daha çok heyecanlandıransa böyle bir mesele yaratıp onun etrafında kolektif bir ruh oluşturmak ki şu an bence ülkemizde ya da dünyada en çok ihtiyaç duyduğumuz da bu, iyi bir şeyin etrafında birleşmek” dedi. Reha Erdem, aynı zamanda festivalde Eliza Levy imzalı Dünyalar Oluşturmak / Composing Worlds filmi üzerine bir konuşma yaptı. Film, Reha Erdem’in kendisine ilham veren düşünürlerden olduğunu söylediği Fransız antropolog Philippe Descola’nın görüşlerini derinlemesine inceliyor.
Festivalin “Yeni Bir …” Ödülü’ne bu yıl kurgu dalında layık görülen Sinan Kesova imzalı “Büyük Kuşatma”nın gösterimi sonrasında yönetmen Kesova, senarist Arda Ekşigil, başrol oyuncuları Alp Öyken ve Asiye Dinçsoy, yapımcılar Ilgım Coşar ile Alara Hamamcıoğlu ve filmin ses tasarımında imzası bulunan Ahmet Gürbüz izleyicilerle buluştu.
Sinan Kesova film sonrası yapılan söyleşide, “Arda ile filmi yazarken spesifik bir başlangıç noktamız yoktu ya da genellikle bir çatı olur ya, işte şunun hikâyesini yazalım, şöyle bir karakter olsa, hadi bunun da müziğe ilgisi olsun, hadi bir de oğlu olsun, kızı da olsa diyerek değil de gerçekten el yordamıyla yazdık. Dolayısıyla çok zorlu bir senaryo süreciydi. Film bir cenaze ile başlıyor ve bir aile görüyoruz. Başlarda o kadar da Macit karakterinin filmi değil. Film devam ettikçe tabii ki Macit filmin de merkezi haline geliyor. Bir taraftan da gerçekten kontrast, bir baba-çocuk ilişkisi var. Bu da tabii ki düşündüğümüz bir konu. Yani aile olduğunuzda da insanlar genellikle çocuklarına her şeyin en iyisini vermek ister ama bu sadece niyetle de olabilen bir şey değil. Ya da sadece buna niyet etmek yeterli olmayabiliyor” diye konuştu.
Alp Öyken ise “Öncelikle teşekkür ederim. Çok güzelsiniz. Gençlerle çalıştım ve de genç kaldım. Akıllıca bir hareket yaptım. 84’ümün baharında akıllıca bir teklif geldiği kanısındayım. Çok rahat çalıştım, çok teşekkür ediyorum sizlere de” dedi.
“Karakter oynadığım diğer karakterlerden çok daha renkli ve farklıydı” diyen Asiye Dinçsoy şunları söyledi:
“Benim için asıl ilginç olan bu karakterin bir akademisyen olmasına karşın yaşadıkları. Kendini onaylatma ihtiyacı yok aslında ama baba onu onaylamak istiyor. Makbul kadın olma durumu. Öğretilmişlikler ve kabul edilişler aslında o statükoyla, sınıfla alakalı bir durum değil. Bir akademisyen olsanız da kadın olarak toplumda benzer şeyler yaşıyorsunuz aslında. O anlamıyla film çok ilginç benim için.”
Aslı Özge, “İki Film Birden” bölümünde yer alan filmi “Faruk”un söyleşisinde “Aslında film babamın oturduğu apartmanın kentsel dönüşüme gireceği bilgisi geldikten sonra başladı. Dört yaşımdan taşınana kadar oturduğum, annemi kaybettiğim ev orası. Dolayısıyla bütün bu anıların olduğu o evi kaybetme duygusunu, kameranın arkasına sığınırsak belki hafifletirim gibi bir sebeple başladı. Sonra baktım ki işler ciddiye gidiyor, ilginç şeyler oluyor. İşte apartmanda toplantılar oluyor, komşular birbirine giriyor, tabaklar havalarda uçuyor. Film, bu iki durumun günümüzde kesişmesi aslında. Her şey evde kilitleniyor” dedi.
“Karganın Uykusu” filminin gösterimi sonrası gerçekleşen söyleşiye yönetmen Tunahan Kurt, oyuncular Ahmet Ağgün ve Nesrin Yari ile görüntü yönetmeni Ziya Kasapoğlu katıldı. Tunahan Kurt, filmine dair, “Ben kısa filmlerin ardından bir uzun metraj yapmak istiyordum ve hikâye arıyordum. İlk başta bir müdürün hayat hikâyesi olarak başlamıştım, hikâyeye çalışırken küçüklüğümden bir an aklıma geldi. Adana’da kuzenimle damda yattığımız günlerde teyzem kuzenimin ayaklarını bağlıyordu. Teyzeme bunu neden yaptığını sorduğumda, abin uyurgezer damdan düşmesin diye, demişti. Bu anı bende dolanmaya başladı. Uyurgezerlik üzerine gitmeye başladım, çok da işlenmemiş bir konuydu. Elimden geldiğince zamansız ve mekânsız bir dünya kurmaya çalıştım. Net bir tarih içerisinde olmaktan çekindim, izleyiciyi 2013-2014 yıllarındaymışız gibi bir hissiyatın içerisine çekmeye çalıştım. Filmde geçen göçmenlik konusunda ise hikâyeyi bunun üstüne kurmadığımı söyleyebilirim. Ne kadar zamansız ve mekânsız bir film desek de, filmin geçtiği yerlerde tüm bu durumlar yaşanıyor, dünyanın sorunu aynı zamanda. Hikâyenin doğal akışı içerisine yerleştirmeye çalıştık mülteci konusunu” dedi.
Festivalin dikkat çekici spor belgesellerinden Eclipse gösterimi yönetmen İpek Kent ve Efe Öztezdoğan, belgeselde yer alan sporcular Ahmet Önder, Ferhat Arıcan, Adem Asil, Nazlı Savranbaşı ve İbrahim Çolak’ın katılımıyla gerçekleşti. Yoğun ilgiyle geçen gösterim sonrası söyleşide jimnastikçi olarak yaşanan zorluklar ve gelinen nokta, belgeselin çekim sürecinde yaşananlar ve sporcuların adanmışlığı üzerine keyifli bir sohbet gerçekleşti. Söyleşi sonunda ise seyircilerin de sahneye çıkmasıyla bir hatıra fotoğrafı çektirildi.
Nabil Ayouch’un yönettiği Touda’yı Herkes Seviyor / Everybody Loves Touda filminin başrol oyuncusu Nisrin Erradi, gösterim için geldiği Ayvalık’ta izleyicilerle söyleşide buluştu. Erradi, şunları söyledi:
“Yönetmen Nabil ile Touda karakterini birlikte yarattık. Touda yaşadığı acıların izini gözlerinde taşıyan bir karakter. Hazırlıklara çok önceden başladık. Ben bir şarkıcı değilim ama filmde beş şarkıyı baştan sonra ben seslendirdim. Zanaatı öğrenebileyim diye gerçek bir şeyha ile yaşadım. Başka şarkıcıların sesinin kullanıldığı da oldu. Şeyha kavramı 1900’lerden beri süren bir gelenek, Fas’ta geleneksel şarkılar söyleyen kadınlara verilen isim. Bu kadınlar özgürlükleri için savaş veriyor. Kendilerini ifade etmek için kullandıkları bir yol aslında. Filmi ben de sizinle beraber ikinci defa seyrettim. Sizin hissettiğiniz heyecanı ve sıcaklığı ben de hissettim.”
Andreas Lang, Almanya tarihinin çeşitli safhalarına tanıklık eden ve Nazi döneminde Almanya Merkez Bankası (Reichsbank) olarak da kullanılan binanın izini sürdüğü belgeseli Bina / The Building’in filme dönüşme hikâyesini şöyle açıkladı:
“Aslında bu proje bir serginin parçası olarak tasarlandı. Filmde izlediğiniz binanın fuayesinde hareketli bir ekranda gösterilecekti film ve ekran hareket ederken ses tasarımı da çok kanallı bir sistemle mekânda dolaşacaktı. 2020 yılında pandemi başlayınca sergi gerçekleşmedi ve film asıl hedeflendiği şekilde gösterilemedi. Ben de filmin video art dışında gösterebileceğini, izlenebileceğini düşündüm. Dolayısıyla pandemi projenin esas planlandığı şekilde gösterilmesini engellese de filmin başka bir hayatı, başka bir yolculuğu oldu. Filmde gördüğünüz dökümanlar aslında halka kapalı değil ama yine de gizli bilgiler içeriyor, sadece izinle ulaşılabiliyor. Bunlar bir şekilde hem tarihsel bir özet sunuyor hem de bugün hâlâ hayatımızı etkileyen konular.”
Almanya’da Nazilerin güç kazanmaya başladıkları dönemde Türkiye’ye gelen akademisyenlerin ilklerinden dilbilimci Traugott Fuchs’u odağına alan belgesel Traugott’un gösterimi sonrasında yönetmen Dirk Schäfer ve yapımcı Richard Wittmann seyircilerin sorularını yanıtladı. Wittman filmin yapım süreciyle ilgili “Bütün bu arşivi araştırırken hikâyenin çok psikolojik bir tarafı olduğunu da fark ettik. Filmi izlerken de görmüşsünüzdür; Traugott Fuchs’un iletişim kurduğu, bir şeyler paylaştığı insanlar onu çok iyi hatırlıyor. Ben bir tarihçi olarak aslında gerçekleri ve tarihsel boyutu filme katmaya çalışırken, Dirk de insanların onu nasıl hatırladığını öne çıkartıp Traugott’un ruhunun da filmde kalması gerektiğini savundu ve birlikte bunda karar kıldık” dedi.
(ANKA HABER AJANSI)